Epistemoloji, Psikoloji, Felsefe, Kalp, Akıl
Bir önceki yazımda bir seri olarak başlattığım “ruhu olan herkesin psikoloji, aklı olan herkesin teknoloji” öğrenmesi gereksiniminin yolculuğunu eğitim üzerinden değerlendirmiştim. Bu defa biraz daha geriye gideceğiz hatta çok geriye. Yazıma, ruhumuzu ele alarak psikolojiden başlamak istedim ama önce psikolojinin “ne olduğu” ve “nasıl bugünkü halini aldığı” üzerinde düşündüm. Ardından psikolojinin ‘ne’ olduğunu düşünürken psikoloji kelimesine ve taşıdığı anlama odaklandım. Devamında ise taşıdığı anlamın bilgisi üzerinde düşündüm derken… Kendimi en başta yani epistemolojide buldum. Psikoloji alt dalına yüklenen anlam bilgisinin geldiği yerde, bilgi felsefesinde. Antik Yunan dilinde “episteme” kelimesi “zihinsel hâkimiyet, bilgi” anlamını taşırken “-loji” ekinin eklemesiyle birlikte “bilgiyle ilgilenen bir felsefe dalı” anlamını taşıyor. Doğru bilginin mümkün olup olmaması üzerinde duruyor. Mümkündür diyen var mümkün değildir diyen de var ve bu cevapların kendi içlerinde temsilcileri var. Doğuş yeri antik Yunan olsa da temsilcileri birçok coğrafyada bulunuyor.
Her temsilcisi bilgiyi çok farklı ele alıyor. Acaba “bilgi” derken aynı şeyden mi bahsediyorlar? Ya da “ilim”leri neden farklı değerlendiriyorlar? Gazali bilginin kaynağını sezgiden alırken Comte doğru bilginin kaynağı yalnızca bilimsel olgulardır diyor. Farklı görüşlerin temelinde ise coğrafi, kültürel ve dinsel farklılıkların olduğu söylenebilir. Bu metni oluştururken sıkça sayfalarını karıştırdığım Taha Burak Toprak Hoca “İslam Düşüncesinde Psikoloji ve Psikoterapi” kitabında bu farklılığın yansımasını “Neyi bilgi olarak görüyorlarsa geleneklerini belirleyen de o oluyor.” [1] cümlesiyle değerlendirmiş. Yani bir konuyu ve konunun ortaya çıkış nedenlerini ele alırken önce o konuya hangi anlam hangi kültür içinde yüklenmiş bunu değerlendirmek gerekiyor. Bizim şu an öğrendiğimiz bilimleri her ne kadar sonundan yakalamaya çalışsak da her biri ortaya çıktığı felsefeyi kendi içinde barındırmaya devam ediyor. Psikoloji için de aynı durum geçerli. Yunancada psyche (ruh) – logos (bilim) kelimelerinin birleşmesiyle psikoloji kelimesi ortaya çıkmış. Ruhbilimi olarak da değerlendiriliyor. Ortaya çıkış hikayesi ise farklılık gösteriyor. Wikipedia kaynaklarına göre 1870’lerde Almanya’da deneysel bir çalışma alanı olarak gelişmesiyle birlikte Wilhelm Wundt’un kurduğu ilk laboratuvarla ilk psikolojik çalışmalar da ortaya çıkmış [2].
İnsanlığın var olduğu günden bu yana farklı türde yaşamlar, sosyal ortamlar ve ilişkiler yürüttüğünü söylemek mümkün. Her insanın taşıdığı ruhu, günlük yaşamdan oldukça etkilenerek şekilleniyor. Bunlar düşünüldüğünde insanın; davranışlarının, düşüncelerinin ve duygularının anlaşılması ve araştırılması için 1870 yılı kulağa çok geç bir tarih olarak geliyor. Evet gerçekten de geç. Akıldan gelen bilgiyi savunan Rasyonalizmin temsilcilerinden Alman filozof Hegel, bilginin kaynağının hem akıl hem deney olduğunu savunan Kritisizmin temsilcisi Alman filozof Kant, doğru bilginin yalnızca somut olandan yani görünenden geçtiğini savunan Fenomenolojinin temsilcisi Alman filozof Husserl gibi isimlerin görüş olarak ortak noktasında “akıl” yer alıyor. Mutlak bilginin kaynağının şaşması muhtemel olan akla yüklendiği bir ortamda ruhbilimi sadece zahirde yani görünürde/deneyde kalan bir bilim olarak karşımıza çıkıyor. Duygularımız, hislerimiz, düşüncelerimiz ve kalbimiz burada nereye karşılık geliyor? Bilginin kaynağında ele alınmadığı için karşılıksız kalıyor. Bu nedenle 1870 kulağa çok geç geliyor. Daha öncesinde birileri düşünmüş olmalı. Kalbinin, duygularının, aklının ve düşüncelerinin davranışlarına etkisini fark etmiş olmalı. Derken ne görüyoruz, meğerse fark edilmiş zaten. Hem de Horasan’da 850 yılında Ebu Zeyd El-Belhi tarafından fark edilmiş [3]. Mesalihu’l Ebdan ve’l Enfüs adlı 934 yılında yazdığı eserinde psikolojiye ve rahatsızlıklara dair ilk bilgileri vermiş. Psikolojiyi yalnızca deneye dayandırmadan, günlük yaşam rutinlerinin etkilerini de dahil etmiş. Psikoloji biliminin başlangıcının 1870 yılı yerine 850 yılı olarak ele alındığında var olacak katkıların boyutu bir süredir beni düşünmeye sevk ediyor. 1870 yılında bilgi onlar için neydi ki bu kıymetli kitap bilimlerinin içinde yer almadı? Bilgiyi ele alırken neyle kategorize ettiler ki önceki yıllarda yapılanları değerlendirmediler? Neleri eksikti? Bu soru işaretleri içinde karşıma iki kavram çıktı: akıl ve kalp. Onlar aklı ve kalbi farklı anlamlandırmıştı. Bu nedenle ortaya çıkarttıkları akıl temelli bilimleri onları öncü kılarken, kalbe vermedikleri önem onları insan, toplum ve medeniyet tanımlamalarında sınıfta bırakmıştı. Peki, akıl ve kalp ne demekti?
Serinin devamındaki yazılarda görüşmek üzere, keyifli okumalar diliyorum.
Toprak, T. B., İslam Düşüncesinde Psikoloji ve Psikoterapi, Muhit Kitap, İstanbul, 2021.
https://www.fikriyat.com/galeri/tarih/ilk-musluman-psikoloji-alimleri/19